10 Eylül 2017 Pazar

Asıl Bu Bilgiler Beyninizde Depremlere Sebep Olabilir!

İnsanoğlu varoluş farkındalığından itibaren kendi ve yaşadığı evrenin  nasıl oluştuğunu sorgulamaya başlamıştır.
Tüm evrensel oluşuma o anda ki  sahip olduğu düşünce ve bilinç yapısıyla diğer bir ifadeyle MİKRO BAKIŞ AÇISIYLA değerlendirme yaparak bazı açıklamalar getirmeye çalışmıştır.

Dünya tarihinde ki kimi filozoflar TEİST yaklaşım göstererek evrenin bir GÜÇ tarafından yaratıldığını, kimisi ATEİST yaklaşımla tüm varoluşun bir tesadüf sonucu ve kimisi de insanlığın belli bir evrimleşme süreciyle bugüne geldiğini söyleyerek, etkisi altında kaldığı düşünce ve inanç kalıpları doğrultusunda fikirlerini savunmuştur.

Peki, eğer biz bir BÜTÜN ENERJİNİN kendini bireysel olarak ifade eden ve aynı titreşim frekansında kütle kazanmış parçalarıysak, nasıl olur da bu mikro bakış açısıyla kendi yaradılışımıza bir açıklık getirmeye çalışırız?

Biz GÖZLEMLEYEN bir BÜTÜNDEN ayrılıp GÖZLEMLENEN bireylere dönüştük.

 İşte ADEMOĞLU’NUN CENNETTEN KOVULUŞ hikayesi böyle başladı.



Günümüzde ulaşmış olduğumuz bilim ve teknoloji ile VARLIĞIMIZIN OLUŞUMUNA bir açıklık getirmeye çalışıyoruz.
Son zamanlarda haber bültenlerinden düşmeyen TANRI PARÇACIĞI terimi hepimizin kafasını karıştırdı.
 Bu konuda bilende konuştu, bilmeyende!

Peki nedir bu TANRI PARÇACIĞI?

Birçok ülkenin önde gelen BİLİM İNSANLARI İsviçre’nin Cenevre kentinde milyonlarca dolar harcanmış CERN Laboratuarında bir araya geldi ve evrenin oluşumuna yönelik bir grup deneyler dizisi yaptılar ve hala bu deneylerin üzerine yenilerini ekliyorlar.
Bu deneylerle evrenin 15 milyar yıl önce, atomun BÜYÜK PATLAMA adı verilen parçalanışında, bir atomaltı parçacık daha kütle kazanmadan yok olduğu iddia ediliyor.
Eğer ki bu parça açıklanırsa, sözde evrenin oluşumunda ki sır çözülecekmiş.

Benim düşünceme göre bu kayıp parçacığı hiçbir zaman bulamayacaklar.
Çünkü bu kayıp parçacık BÜTÜN BİLİNÇTEN  ayrılan ve MİKRO BİLİNCİNİ oluşturup kendini ayrı fiziksel bireyler olarak algılayan İNSAN!!!!!
Evet! KAYBOLAN BU PARÇACIK İNSAN BİLİNCİNİ OLUŞTURDU.
ONU DIŞARIDA ARIYORUZ, HALBUKİ O BİZİZ VE BU BİLGİYİ HÜCRESEL DÜZEYDE BİLİYORUZ.

İnsanın oluşumu İZLENEN yani GÖZLEMLENEN konumunda olduğu için NE VAROLUŞU NE DE EVRENİN SINIRLARINI bulabilecek.
 Bunu ancak İZLENEN durumundan İZLEYEN durumuna geçtiği zaman yapabilecek.

Şimdi gelin hep birlikte kendi iç dünyamızda esrarengiz bir yolculuğa çıkalım ve GÖZLEMLEYEN konumuna geçerek evrenin oluşumunu ele alalım!

Kullandığımız zaman birimine göre 15 milyar yıl önce BÜYÜK PATLAMA’nın gerçekleştiğini varsayıyoruz.
Zihninizde bir GÜÇ canlandırın k,i kendi GÜCÜNÜN sınırlarını algılayamıyor.
Çünkü kendi varlığına karşı baz olarak alacağı bir ölçü birimi yok.
 Bunun yapılabilmesi için bir DUALİTE ortamına gerek var.
Her nesne kendi öz anlamını kendine zıt olan diğer bir nesneyi örnek alarak çıkartır.
Bu MUHTEŞEM SINIRSIZ GÜÇ kendini bilmek istiyor.
Bunu yapabilmek için sonsuz parçacıklara ayrılıp bu parçacıklara farklı titreşim frekanslarında farklı farklı kütleler kazandırıyor.
Burada BİR’den ayrılmış olan bir parçacık kendi prototip bilincini oluşturup inanılmaz bir hızla evrene yayılıp en mükemmel halini deneyimlemek üzere sonsuz ve sınırsız bir serüvene çıkıyor.
 Bu yolculukta OLMUŞ OLAN, OLAN ve OLACAK OLAN her şey aynı ANDA oluyor, fakat bu kayıp halka kendi farkındalığında, ZAMAN denen farklı bir titreşim frekansında kendi benliğinin özünü unutup, kendini tamamen bireysel ve fiziksel bir varlık olarak algılıyor.

İŞTE İNSAN DENEN MİKRO BİLİNCİN TEKRAR BÜTÜN’Ü HATIRLAMA YOLCULUĞU BURADA BAŞLIYOR.

Bütün’den ayrılan (Cennetten kovulan) bilinç EGO’ya aldanıp (Adem’in yasak elmayı yemesi) özbenliğini unutarak uzun bir uykuya dalıyor.
Bir deneyimi yaşarken GÖZLEMLENEN durumundayızdır.
Ancak sınırların dışına çıkıp GÖZLEMLEYEN durumuna geçtiğimizde deneyim anlam kazanır. Biz oluşumu yani kayıp parçacığı deneyimliyoruz
.
Eğer deneyimlemeden sadece farkındalığına geçersek olayı kavrayabiliriz.

Bu yolculuğunda amacı budur.
En iyi, en mükemmel olmuş olan halimizi keşfetmeye çalışıyoruz.
Bu hali deneyimlerimiz olarak seçtiğimiz an TÜM EVREN VE VAROLUŞ bir anlam kazanacak.
 Her birimiz BİR OLAN’ın ayrı ayrı kütle kazanmış ve ayrı ayrı bilincini oluşturmuş haliyiz.
Bu YÜCE GÜÇ kütle kazanmış her bir VAROLUŞUN ayrı ayrı deneyimlerini paylaşıyor.
Bize şahdamarımızdan da daha yakın olan BÜTÜN gözlemleyen yani izleyen konumunda her şeyi görüyor, duyuyor ve hissediyor.
Eğer bir gün kayıp olan atomaltı parçacığının bizim kendi VAROLUŞ GERÇEĞİMİZ  olduğunu öğrendiğimiz an GÖZLEMLEYENLE bir olup kovulduğumuz CENNET kapısından içeri adım atacağız.
İşte o zaman, tüm sırlar SIR olmaktan çıkacak ve biz yeniden BİR olacağız.
Bu kadim zamanlar boyunca böyle oldu ve sonsuza dek böyle devam edecek.

 Bu değişim, dönüşüm ve gelişim TANRI’NIN NEFES ALIŞ – VERİŞİDİR.

 Zıt kutuplar birbirini iter, yani diğer bir deyişle ayrı frekans titreşiminde ki her varlık birbirini fiziksel olarak göremez.
Ancak aynı titreşimde rezonansa geçerse birbirini algılar.
 Eğer ki zıt kutuplar dediğimiz iki nesnenin ANTİSİ ile kendisi karşılaşırsa, ya birbirini itecek ya da çekim kuvvetinden kurtulamayıp birbirini nötrleştirecek.

Biz insanoğlunun bu deneylerle ortaya çıkarmaya çalıştığı kendi BEN’İNİN ANTİ – BEN’İDİR.

Şimdi tam yerinde şu soru aklıma takılıyor!

Acaba, bilimde çok ilerleyip de BİLİNÇTE  geri kalmış olabilen ATLANTİS UYGARLIĞI bu yüzden mi yok oldu???

Kimbilir?

Eğer öyleyse, şimdi biz bu deneyimin farkındalığında daha temkinli olup aynı hataya düşmemeliyiz.

Görüyorsunuz ki VAROLUŞ GERÇEĞİNİ NE BİLİM NE DE DİN TAM OLARAK AÇIKLAYABİLİR. ONU ANCAK BİREYSEL FARKINDALIK YAPABİLİR.

Fakat şimdi deneyimlediğimiz yerel bir gerçeklik var ki ben bu yazıyı sizlerle paylaşıyorum.

Sizler bu yazıyı okuyup zihninizde benimle aynı deneyimi yaşıyorsunuz.

 Asıl gerçeklik ŞİMDİ deneyimlemekte olduğumuz REALİTEDİR.

Reel realitenin farkındalığında, yerel realiteyi deneyimlediğimiz an reel realiteyide daha anlaşılır bir hale getirebiliriz.
Önemli olan deneyimleyebileceğimiz EN MÜKEMMEL YEREL GERÇEKLİĞE  ulaşmaktır. Bunu da her birimiz an ve an gerçekleştirme yolundayız.

Yazımın başından beri GÖZLEMLEYEN ve GÖZLEMLENEN deyip durdum.

Nedir bu terimler ALLAH AŞKINA?

Size günlük hayattan  basit bir örnek vererek bu terimleri daha da anlaşılır bir hale getireyim.
Uykuya dalmadan önce biz deneyimimizin GÖZLEMLEYENİ yani İZLEYENİ konumundayızdır.
 Uyku deneyimine geçtiğimiz andan itibaren GÖZLEMLENEN yani İZLENEN oluruz.
 Deneyimin içindeyken o hali algılayamayız. Ancak bizi seyreden varsa o bizim uyku deneyimimizi izliyordur.

Şimdi gelelim YAŞAM deneyimine.

Pek,i bu durumda yaşamı GÖZLEMLİYOR MUYUZ yoksa GÖZLEMLENİYOR MUYUZ?

İnsanoğlu olarak GÖZLEMLENEN isek GÖZLEMLEYEN kimdir sizce???

Eğer yaşam deneyiminin içindeysek, benim düşünceme göre  bunu algılayamamamız gerekir.,

EEEEE! ÖYLEYSE BİZİM ALGILADIĞIMIZ NEDİR?????

Yaşamın tam tersi için ne düşünüyorsunuz?
Biz yaşam deneyimi içinde öbür boyutun GÖZLEMLEYENİYİZ.
Çünkü bizce yaşam deneyiminde olduğumuz için kendi varlığımızı GÖZLEMLENEN sayıyoruz.

Offff işler iyice karıştı!

Hadi bakalım şimdi siz çıkın işin içinden!
BU DURUMDA YAŞAM DENEYİMİ BİZİM YEREL GERÇEKLİĞİMİZ DEĞİL Mİ YOKSA?????

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

TAM BİR UYUM! I Tuncay YEŞİLPINAR